17 Şubat 2014 Pazartesi

ankara ne demek?


Bir şehirde yaşamak, sadece bir şehrin içindeki bir hanede barınıp, işe/okula gidip gelmek midir? Havası, insanları, sokakları, meydanları, binaları, kedileri, köpekleri, hatta kuşları bir şey ifade edebilir mi? Burada yaşamak çocukluk zamanlarımdan, Susam Sokağı'ndan, TRT'nin güzel günlerinden, Zuhal Olcay'ın üniversite hocası rolünde bunalım takıldığı filmlerden beri hayalimde olan bir şeydi. Sonradan ben de bir üniversitede ufak ufak ders vermeye başladım, ama şükür ki hayat bana daha eğlenceli kareler nasip etti. Bu şehre yüksek öğrenim amacıyla geldiğim zamanlardan bugüne kendimi ve yerlerle olan ilişkimi internet aracılığı ile sık ifade etmiş olduğumu fark ettim. Burayı nasıl gördüğüme, Ankara'nın bana ne ifade ettiğine dair çeşitli sanal mecralarda aldığım notları kısa kısa eklemek istedim buraya, nasıl buralı oldum, hatta Allah'ın Egelisi bu bozkır şehrini neden sever sorusuna bir yanıt verebilmek adına. Birçoğuna deli saçması bile diyebilirsiniz, ama öyle olmasaydı burada işim neymişti? Arz ederim efendim.

not: ziyadesiyle romantizm içerir.


- hayallerimin başkenti...         (16.12.2005)

- mor bulutların insanı sarhoş edebileceği tek yer. kaderin yaptığı ufak yanlışlığı bu garip insanı sonradan bağrına basarak kolayca telafi eden. gülümseyişine hasret, dikenine inat ruhen her daim ait olduğum.
(27.06.2006)

- hıçkırıkların da kahkahaların da gizli tanığı. başı yaslayıp ağladığında örtüverir yıldızlarını birer birer teselli niyetine,o kara kuru bozkırların hışırtısı ninni olur üzgün ve kırık ruhlara. önemli ya da önemsiz bile olsa sıkılıp ona patlamanın nedeni, bir peygamber sabrıyla gömer içine kendine yöneltileni. böylesine evliya, böylesine kalenderdir işte...
(24.07.2006)

- başı hoş bir sakinlikte olan şehrim, hayat akıp giderken kış ortasında ılık rüzgarlarını estiriyor bu aralar. sokaklarında koşuşturan insanları elinde sıcacık çayıyla izliyor olmalı...
(18.02.2007)

- haksızlığın daniskasını yüzyıllardır görmesine rağmen halen yemyeşil ağaçlı şirin evlerle çevrelenmiş sokaklarıyla, günün binbir rengi içinde çeşit çeşit halleriyle, serin sabahları ve aheste akşamlarıyla, yollarla bölünmüş sapsarı bozkırın ortasında halden anlayan iyi-kötü günlerin dostu.
(18.10.2007)

- henüz bir sürü insanın yollara dökülmediği sabahının er vaktinde kendine özgü serinliğiyle hafiften üşüyerek hızlı hızlı işe ya da okula gitmek, herhangi bir mevsimde bir milli bayramı kızgın sıcağında izledikten sonra sığınacak kavak altı serin bir köşe aramak, bir akşam üstünün koyulaşan maviliğinde ışıklı bir caddesinin telaşlı kalabalığına elde fırından alınmış sıcak bir simitle karışmak, geceleyin ağır ağır sallanan ağaçların arasında eller cepte düşünceli geçip gitmek eylemlerine anlam katan yegâne şehir.
(29.10.2007)

- 10 kasım'a öfkesini sert yağmuru ve deli rüzgarıyla dışa vuran şehir.         (11.11.2007)

- iki karşı tepesinden de ışıklarının cihana değer olduğu şehir. bir yakası yoksullukta, bir yakası varsıllıkta olsa da, gecesiyle her şeyi eşitleyen kocaman enginlik.
bir de karları giyinmeye hazırlanıyor bu günlerde, hayatın bütün çetrefilliğine rağmen. tıpkı o şarkıdaki gibi:

kar yağıyor bu gece
öyle beyaz ki şehir
anlamak bir ömür sürer
hayat niye kirlenir?
(28.11.2007)

- ayrı kalışların deli özlemleri uyandırdığı şehir, bir gün bile nefes aldırmıyorken on beş gün nasıl geçer diye kara kara düşündürenim. karına, ayazına bu ılık diye geçinen batı memleketinde hasret kaldığım, sokaklarıyla hem hüzün ve yalnızlığı, hem neşe ve mutluluğu cömertçe paylaşabilmenin bambaşka bir boyut kattığı güzel şehrim. başka bir hayat mümkün mü sorularına onsuz hayallerle yanıt bulmanın git gide imkansızlaştığı...
(25.01.2008)

- sokaklarıyla, insanlarıyla, mekanlarıyla bir hayat tazeleme aparatı, taze kan ünitesidir; ister inanın ister inanmayın, bal gibi de sığınakların kralıdır.
(11.02.2008 )

- bembeyaz örtüsü altında kaybolunası şehir. taptaze bir bahar vakti yeniden canlandırır belki, bir ümit...
(17.02.2008)

- güneşli ama zehir gibi yalancı hayallerin kırıp döktüğü yürekleri sarıp sarmalayan, içinde doğup büyümeyen bir garibanı bile öz evladı gibi bağrına basabilen şehir. edası şefkatinde buranın. bir de ankara'da en derin soluksuz kalışlarda ciğerleri parçalarcasına alınan o nefes eştir bir annenin sütüne, bazı bazı ölümden dönüşlerde.
(02.07.2010)

- insan eliyle yapılan çirkin makyajını örten karın altında mışıl mışıl bir şehir olmuştur dünden beri. 
kızıllı morlu bulutlar yaraşmış beyaz eteğinin üstüne...

o değil de bir kartopu oynamaya çağıran olsa...
(11.12.2010)

- bir garip şair bozuntusunun, gri diyenlerin inadına olanca güzelliğine her daim selam edenin, bir karşı kıyı sevdalısının resmen evidir bundan böyle. küçücük dünyasında, boyundan büyük rüzgarlarla beslenen deli bir ruhun hayallerine başkent olmayı gönülden kabul etmiş cânım, güzelim şehirdir. 
daha ne olsun... (11.02.2011)

- mevsim geçişlerinin genelgeyle yürürlüğe konduğu şehir. 
sanki ekim ayının başlarında resmi yazıyla tüm şehre bildirilir, "artık kış mevsimine geçilecek, geçiniz." emri. ve kış gelmiştir.
mayıs ayının başlarında "artık yaz mevsimine geçilecek" emri gelir, görüldü damgası vurulur ve artık yaz gelmiştir ankara'ya. 
yani şaşırmazsınız, kalender bir kadın gibi ne yapacağı bilinir bu kendini bilen şehrin.
ah bir de kendini bilmezlere yar olmayaydı...
(04.10.2013)

- mini mini bir çocukken aklıma ilk düştüğünde adının ardından kemanlı piyanolu, yer yer flüt sololu klasik müzik eserleri gelirdi kulağıma. aradan koca bir 20 sene geçti, belki de daha fazlası. ama ne vakit bir gecenin sakinliğinde gözlerim ışıklarına dalsa, ne vakit sevdiğim kalabalık caddelerinden tıngır mıngır geçsem, ve ne vakit bu şehrin adamakıllı varoluşuna dair küçük büyük izler taşıyan bir mekânda bulunsam, arka plana o güzelim ezgiler gelir yerleşir uça koşa. 
bu şehir, büyük ölçüde bir uygarlık kurma savaşının eseridir. sonradan türeyen arsız çalıları saymazsak elbet.
(14.11.2013)


ilk adım... (başlarken)

Merhaba,

İster buradan ister başka bir yerden olun, Yahya Kemal Beyatlı'ya ait olduğu bilinen vecizden evrilme şu meşhur geyiği duymamış olamazsınız. Öte yandan, bazıları kendilerini memleketsiz saysa da, çoğu insanın bir şehre karşı hissettiği zayıf ya da güçlü hisler vardır. 
 

Biz şaire onay verelim ya da zıt düşeduralım, kendi halinde var oluş sıkıntıları çeken, üzerine bir de eziyet çeken bir garip Ankara var elimizde. Kendini bildi bileli mazlumun yanında olmuş bir şehir iken, olmadık yaftalamalara hedef olması adalet duygusu olan biri için pek de adil sayılmaz. Üstelik, tarihi boyunca zaman zaman sade suya kuru lafla değil çabayla de yüceltilmiş olduğuna inanasımız gelmiyor bugünkü halini görünce. Gerçi bu konudaki vaziyetlere pek yer veresim yok, onu halihazırda Ankara'nın Bugları şahane bir biçimde yapıyor, ustalara saygı duymak şarttır

İşte bu satırlarına göz attığınız blog, Ankaralı olmadan onu çocukluğundan beri sevmiş, bu şehirde onuncu yılını dolu dolu tamamlamış bir avarenin şehre bir güzellemesi niteliğindedir. Kendimce keşfettiğim ufak tefek ayrıntıları, burayı yaşamaya değer kılan güzellikleri, bilgiye kültüre değer katacak yepyeni mekanları, boğazına düşkünleri bayram ettirecek lezzetleri, onca yıkıma rağmen hala mihrabı yerinde köşeleri anlatmaya çalışacağım. Bilin ki bütün bunları yaparken sadece yaşadığı yerin keyfini çıkarma peşinde olan birinin görüşlerini okuyacaksınız. Zaten bütün bunları anlatmaktaki esas amacım, "Ankara'da yapacak ne var yeaeaea, çok sıkıcı, çok griii!!!11birbir!1!" diyen müşkülpesent dostlarımıza çeşitli fikirler vermek. Başarılı olursam ne âlâ. Elbette bu güzellemeye çeşitli eklemelerin yapılmasına açığım her daim. Elimden geldiğince gidip deneyimlemek, meraklısına tavsiye etmek isterim. 

Öyleyse güzel bir göndermeyle özetleyelim: 
"Ankara'yı seviniz!"