29 Ekim 2014 Çarşamba

Ankara'da Deneysel Bir Sanat İstasyonu: SALT Ulus

Popüler kültüre ve sanatın modern hallerine meraklı biz Ankaralıların, şehirde takip edebilecekleri etkin sanat mekanlarının sayıca artması sevindirici bir gelişme. Bu yerlerden belki de en yenisi, Ulus'taki eski Osmanlı Bankasının ek binasında bulunan, küçücük ama sergileri ve etkinlikleriyle akıllarda mutlaka yer edinecek SALT Ulus. Ankara'nın sanata en yaraşır ve şehirde nadir bir tarihi dokuya sahip olan Atatürk Bulvarı üzerinde, Devlet Tiyatrolarının hemen yanındaki iki katlı binada yer alıyor. Geçtiğimiz yılın 2 Nisan'ında açılmış burası. SALT'ın İstanbul'daki sanat merkezleriyle işbirliği içerisinde çeşitli projeler ve sergiler Ulus'ta da sanatseverlerin beğenilerine sunuluyor. Sergi denince akıllara yalnızca birkaç tablo ve heykelden oluşan klasik anlamda düşündüğümüz koleksiyonlar gelmesin, çünkü özellikle popüler kültür, toplumsal olgu ve olaylar, dil ve kimlik gibi konulara ilişkin; hatta çeşitli sosyolojik deneyler sonucu elde edilen bulgulara dayalı modern anlamda sanatsal çalışmalar bulunuyor burada. SALT Ulus'un araştırmacılar için sunduğu imkanların yanısıra, "geçerken ilgimi çekti, uğradım" diyenlerin de (ki bunlardan biri de benim, burayı Küçük Tiyatro'ya giderken 'burası da neymiş ki?' diye keşfettiğimi itiraf edeyim.) görsel birikime ve farklı kültürlere dair çok şey bulabileceği bir sanat mekânı.




Tarihi bina içinden bir görünüm

Özellikle geçmiş yıllarda, Ankara'nın sunduğu kültürel etkinlik çeşitliliğinin İstanbul'a göre bazı alanlarda daha kısıtlı olduğunu üzülerek görüyorduk. Ülkedeki ve dünya çapında güzel sanatlardaki gelişmeleri takip etmek, internetin sunduğu olanaklar sayılmazsa hayli güç oluyordu. SALT Ulus, hem ülkemizde hem de dünyanın metropollerden köylere dek değişen yerlerinde gerçekleştirilen deneysel çalışmaları ve onların sonucunda elde edilen kültürel ürünleri tanıtıp öykülerini paylaşıyor her yeni koleksiyonda. Biraz daha açmak için örnekleyeyim. Buranın önünden ilk geçişimde, binanın girişinde bulunan kocaman pencerelerden içeride bulunan iki televizyon ekranı görünüyordu. Bu ekranda iki kişi sürekli bir şeyler söylüyorlardı. İçeri girdiğimde belirli bir söz öbeğinin sürekli olarak tekrar edildiğini duydum, sadece ekrandaki konuşmacıların bu öbekleri farklı duygu durumlarla söylediği anlaşılıyordu. Bu çalışma, sözcüklerin içerdiği anlamlar bakımından her zaman ortak bir kavramı ifade edemeyeceğini, hatta zaman içinde anlamlarını yitirebileceğini bir deneme sonucu gösteriyordu. Wittgenstein'ın "dilin tanımladığı bir fikir birliği yoktur" sözüne ithâfen oluşturulmuş, edindiğim bilgiye göre. Dille ilgilenen birinin rahatlıkla ilgisini çekebilecek bir çalışmaydı bu, üstelik bu tür projeler izleyenini de anlatılanı kendince deneyimleyerek savunduğu fikri sorgulamaya teşvik ediyor.



Başka bir proje örneği de toplumsal bir olgudan yola çıkılarak sunulmuş. Şu sıralar görülebilecek (1 Kasım'a dek SALT Ulus'ta) Polonya Ulusal Kültür ve Miras Bakanlığı tarafından desteklenen "Köklere Dönüş" adındaki sergide yer almakta bu kısa video. Hikâyesi ise şöyle: 17. ve 18. yüzyıllarda Galiçya bölgesinin köy türkülerini temel alan eski dilde yazılmış, en uzunu 2 dakika olan şarkı sözleri ile köylü-feodal düzen ilişkisi ile günümüzdeki benzer mücadeleler arasında ilişki kuruyor. Animelere benzer bir klibi var, oldukça eğlenceli de görünüyor. Tadımlık olarak şuradan izlenebilir:




Koleksiyonun diğer kısımlarında ise, toplumun kadına bakışı konulu, hem Türkiye'de gerçekleştirilmiş bir sosyolojik deney, hem de Polonya'da oluşturulmuş iki farklı çalışma bulunuyor. 
Kendini sürekli yenileyen bir sanat istasyonu gibi düşünülebilir SALT Ulus. Düzenli olarak değişen koleksiyonlara ek olarak, diğer ülkelerdeki sergilere dair oluşturulmuş kaynaklar arasında ayaküstü bir araştırmaya bile girişebilirsiniz. Bu kaynaklardan birinde, çok değil 2 yıl önce Atina'da yine dillere dair benzer bir sergi oluşturulduğunu ve bu sergide cumhuriyet öncesi Karaman'da yaşayan Rumların Yunan alfabesiyle yazdığı Türkçe eserlerden örnekler sunulduğunu okudum "Ana Diller Baba Boğazlar" halısı (Slavs & Tatars çalışması) üzerinde otururken. 




Burada sadece sergi ve koleksiyonlar var dersem pek doğru olmayacak. Belirli aralıklarla film gösterimleri, dinletiler ve sanatçılarla söyleşiler düzenleniyor.Ayrıca her aynı son perşembesi (bu ayın "Uzun Perşembe"si 30 Ekim'e denk geliyor) sergi gece saat 10.00'a kadar açık oluyor.  İşin güzel yanı da, sergiler dâhil bütün etkinliklerin ücretsiz sunuluyor olması. Özellikle öğrenciler için arada kaçıp görülebilecek şahane işler var. 

Böyle güzel bir mekanın, İstanbul ağırlıklı çalışmasından dolayı, etkinlik sayısı ve içeriği İstanbul'a göre biraz daha sınırlı. Ancak yapılan açıklamada, yakın zamanda Ankara merkezli çalışmaların yapılacaği, buradaki sanatçılar ve projelerin temel alındığı bir seçkinin önce Ankara'da, daha sonra İstanbul'da sergileneceği bildiriliyor. İlerleyen günlerde daha çok buraya özgü işler görmek de mümkün olur belki, kim bilir? 

Güncel olaylar ve çağdaş kültüre dair kendini güncel tutmak isteyen herkesin mutlaka gidip görmesi gereken bir yer olmuş SALT Ulus. İnsanların yaratıcılık içeren fikirlerini görmek, yeni fikirlerin uygulanışını görmek, toplumların değişimini izlemek, farklı bakış açılarını da hesaba katarak yaşam algısına dair düşünmek için fırsatlar sunuyor. 



Ayrıntılı bilgi için: http://saltonline.org/tr#!/tr/512/salt-ulus
Etkinlikleri takip için: https://www.facebook.com/saltonline.tr
"Köklere Dönüş" hakkında bir inceleme: 
http://www.evrensel.net/haber/92515/kirsalin-modernize-hali-koklere-donus.html

26 Ekim 2014 Pazar

Zaaflardan riyakârlığa insanın hikâyesi:Tüy Kalemler - Marquis De Sade



- Dikkat: Yer yer oyun içeriğine dair bilgiler içerebilir.- 


Ankara'nın yeni ve alışılmışın dışında tiyatrosu Tatbikat Sahnesi'nin Mayıs 2014'te sahnelenmeye başlayan oyunu "Marquis de Sade - Quills", izleyicinin ilk başta üzerinde kolay kolay bir şeyler söylemeye cesaret edemeyeceği bir yapım. Bunun ilk nedeni, toplumda ve günlük hayatın tam da içinde olup pek de sorgulanmayan ahlak, din, ayıp, yasak, cinsel istismar, toplumsal statü, ifade özgürlüğü gibi konuları bir oyunda, sıkı bir olay örgüsü içerisinde yer yer değişen dengelerle ve sert geçişlerle tartışıyor olması. İkincisi, başarılı oyun metni ve rejisi ile bu tartışmayı didaktik bir üsluba düşmeden, hatta fark ettirmeden izleyenin düşüncesine sürüklemesi. Bir diğer deyişle, oyun şöyleydi böyleydi demeye hiç gerek kalmadan hem oyunun dönemini ve karakterinin edebi kişiliğini araştırmaya, hem de oyunun geçtiği dönemle günümüzdeki insan olma olgusunu tanımlamaya yöneltiyor izleyeni. Bunda da, oyunda rol alan sanatçıların oyunla tamamen bütünleşmiş olmalarının büyük payı var. Abartılı olması gereken karakterler sönük kalmıyorken; kendi halinde, daha karikatürize olacağı tahmin edilen ama oyunda kilit noktayı oluşturan karakterler de abartıya kaçmadan tasvir ediliyor. Karakterler birbirlerini tamamlayınca da anlatımdaki akıcılık kolaylıkla sağlanmış oluyor.


Anlatımdaki akıcılığı sağlayan bir diğer unsur da oyunun metni. Buğra Koçtepe tarafından çevrilen oyun metni, yer yer Türkçe'ye özgü deyişler içerdiği için izleyenlerin dikkatini çekiyor. Ancak bu durumun, oyunun mesajını daha rahat iletebilmesinde kolaylık sağladığını, hatta güncel dille oyun arasında kültürel anlamda bir yakınlık oluşturduğunu -çeviriye mesleki açıdan ilgi duyan biri olarak- düşünüyorum; çünkü böyle bir metnin daha basmakalıp ifadeler içerecek şekilde çevrilmesi, çok durağan bir anlatıma; böylelikle de oyunun izleyici üzerinde yarattığı etkinin beklenenden daha zayıf olmasına neden olabilirdi. Öte yandan, oyunun sert ve akıcı üslubunun üçüncü tamamlayıcısı da sahnelerin eş zamanlı ya da ardışık olarak gerçekleşme biçimi. Yani sahne hiçbir dakikada uyumuyor. Işığın da etkili kullanımıyla, farklı karakterler arasında olaylar gelişirken o sırada net olarak görünmeyen karakterlerin hayatlarının da kendi çizgisi içinde aktığını hissettiriyor izleyiciye. Hal böyleyken, metinde izleyicinin aklına tam yatmayan herhangi bir kavram bile olsa; izleyen, bu durumu, yaşayan bir 18. yüzyıl Fransa'sı içindeki bir akıl hastanesi bağlamında değerlendirebiliyor.


Marquis de Sade - "Quills", aslında bir başkalaşma hikâyesi. Oyun içinde yer alan ana karakterlerin hepsi, başladıkları noktadan oldukça farklı bir yerde, farklı bir halde bulunuyorlar oyunun sonunda. Oyunun ortaya koyduğu esas sorun ise, iyi ya da kötü tarafta bulunduğunu düşündüğümüz her bir karakter, birbirlerinin bulunduğu tarafa geçerken birbirleriyle rastlaşmadan gidiyorlar. Bu yüzden birbirlerini anlamaya pek fırsat bulamıyorlar, ki bu da karakterleri daha gerçekçi kılmakta. Örneğin Marquis, Madelaine'in ölümünün ardından, yoksun bırakıldığı şeylerle birlikte yaratmanın acısına daha duyarlı bir ruh haline giriyor, Rahip ise, 'iyilik' için 'kötülük' eylemine yenik düşmesiyle yıllardır inandığı bütün değerleri yerle bir ediyor. Hatta iyiliğe olan zaafı nedeniyle farkında olmadan bir aldatmacanın içinde geçiriyor bu başkalaşımı.  Doktor, önceleri kendinin ve ününün 'kurtarıcı'sı olarak gördüğü hastaneyi aslında körü körüne bağlandığı her şeyi zehirlenmiş olarak gömeceği yere çeviriyor; üstelik kendisi de bu zehirden ölmeyip güçlenerek, en yakınındakini tuzağa çekerek kullanıyor. Hikâyeyi tamamlayan bütün karakterlerin benzer başkalaşmaları yaşadığını gördüğümüzde, bunun içindeki sebep-sonuç ilişkisi açıkça fark edilebiliyor. Her birinin, insan olmanın gereği olarak, zaafları bulunmakta. Ve zaaf duyulan nesne ya da olguya ulaşabilme yolunda her şey, çılgınca yazıp anlatmaktan aklı kaçırmaya, inanılan uğruna kan dökmekten riyakarlığa dek her şey mübah oluyor her biri için. Elde kalan gerçeklik ise, bu durumun, o beğenmedikleri insan doğasına kalıp gibi oturup zaman boyu süregelmesi. Kaldı ki, Marquis'in açığa vurduğu ve insanlara bu derece itici ve ahlak dışı gelen olaylar, ne o akıl hastanesinde olup biten şeylerdi, ne de onun parça parça kesilmesiyle sona erecek türdendi. 

Oyun içerisinde yer yer karakterlerin kendileri ve zaaflarıyla yüzleşmelerine tanık olabiliyoruz izleyiciler olarak. Bu zihin kurmacası içeren olağanüstü sahnelerin her birinin izleyici üzerinde hayli vurucu etkisinin olduğunu, bu sayede de merak seviyesini hiç düşürmeden oyun sonuna dek aynı çizgide tuttuğunu söylemek gerek. Aynı zamanda bu tempoyu yüksek tutan öteki öğe, kullanılan müzikti elbette. Oyunun başarılı müzikleri, o soğuk ve gerilimli sahnelerin atmosferiyle bir bütün haline geliyor.

Oyunda emeği geçenlere dair kısa notlar da eklemekte yarar var. Oyuncuların neredeyse tamamı, sıkı tiyatro seyircilerinin aşina olduğu, birbirinden farklı özellikteki rolleri sahneye başarıyla taşımış isimler. Oyuncu seçiminde titiz davranan yönetmen İlham Yazar'ı da akıl hastanesi sakinlerinden biri olarak yeniden sahnede görmek güzeldi. Mimar rolünde Melih Efeçınar, doktorun eşi olarak Buse Kara ve Bouchon ile Burak Küçükosman özgün performanslara sahip. Kötü karakter rolü dendiğinde ödleri kopartacak zalimliği fazlasıyla hissettirebilen Mithat Erdemli, oynadığı karakterlerin iç hesaplaşmalarında yaşadıkları duygu geçişleri ile beğeni toplayan Buğra Koçtepe, zamanı ne olursa olsun iki yüzlü bir toplumda yaşamak ve kadın olmak konusunda ders diye okutulası karakter tasvirleriyle Zeynep Ekin Öner ve Burcu Özberk, harika bir uyum sergileyen oyun ekibinden birkaç isim. Marquis de Sade'ı ise, oynadığı her işte izleyenlerin aklında büyük yer edinen Durukan Ordu'nun oyunculuğu ile izlemek büyük bir mutluluk. Dekor ve kostümler ise, sade birkaç ayrıntıyla bir hikâyenin arka planı nasıl göz önüne çıkarılır sorusuna iyi bir örnek oluşturuyor. 

İnsanın özüne dair duymak istenmeyeni, sıradışı bir konu içinde, şahane bir oyuncu ekibinin çarpıcı anlatımıyla sahneye aktaran Marquis de Sade ile, Ankara'yı ve tiyatroseverlerini bu yıl yeni ve oldukça farklı bir deneyimin beklediği kesin. Şehrin sanata dair umutlarını gölgeleyen bunca şey arasında, Ankara'nın en güzel yanı hâlâ tiyatro diyebiliyoruz vakit varken. 





Marquis de Sade'ye dair bağlantı: http://www.tatbikatsahnesi.com/#!marquisdesade/c10kv







24 Ekim 2014 Cuma

Tiyatro meraklılarının Narnia'sı: Refik Ahmet Sevengil Tiyatro İhtisas Kütüphanesi

"Ankara'nın nesi güzel?" diye bilmiş bilmiş soranlara verilebilecek en güzel örneklerden biriyle başlamak büyük bir mutluluk. Ankara'nın kültür ve sanat konusunda sayılı ve köklü kaynaklarından biri olan Devlet Tiyatroları'nın Türkiye'de bir ilki gerçekleştirip hizmete sunduğu Refik Ahmet Sevengil Tiyatro İhtisas Kütüphanesi, Ankara'da yaşamayı harika kılan sağlam bir neden.




2004 yılında üniversite eğitimim için Ankara'ya geldim ve çok geçmeden tiyatroları takip etmek benim için vazgeçilmez bir uğraş oldu. Tiyatroların maalesef fazla popüler olmadığı bir dönem vardı, tahminen 2008'e dek. Fazla popüler olmamasından kast ettiğim şu, oyunlar yine oldukça dolu salonlara oynanıyordu ancak bilet bulmak bugünkü kadar zor olmuyordu. Bu nedenle, öğrencilik dönemimde var olan boş zaman elverdikçe oyunları bir yahut birkaç kere izler, aldığım broşürleri ve biletleri biriktirir, hatta "keşke bir müze olsa da, benim gibi müdavimler eski afişleri, oyun broşürlerini, hatta varsa oyun görüntülerini inceleme imkanı bulsa" der dururdum kendi kendime. Gel zaman git zaman; okul sonrası bir yandan eğitimimi sürdürme, öte yandan çalışma çabaları içindeyken, haberini ilk aldığımda "Gerçekten hayalini kurduğum, gerçekleşmesinden ülkem adına gurur duyduğum proje." diye not düşmüşüm.



Kütüphanenin açılış davetiyeleri




20 Haziran 2011 tarihinde bugün Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosunun da bulunduğu Evkâf Apartmanının en üst (ve manzarası en şahane) katında Refik Ahmet Sevengil Tiyatro İhtisas Kütüphanesi, hem tiyatro ile akademik anlamda ilgilenenler, hem de meraklı seyirciler için hizmete girdi. Birkaç ay sonra da ilk ziyaretimi gerçekleştirdim. O zamandan bu yana içeriğini fazlasıyla geliştiren, insanın girdiğinde çıkmak istemeyeceği bu güzel kütüphanede ziyaretçileri neler bekliyor, bunlardan bahsetmek istiyorum.

Evkâf Apartmanı'na ilk girdiğinizde kütüphaneye geldiğinizi belirtiyorsunuz. Bir kimlik karşılığı ziyaretçi kartınızı aldıktan sonra, isterseniz merdivenleri ağır aksak tırmanın, isterseniz de tarihi asansörü kullanarak kütüphaneye çıkın. En üst katta kapının hemen yanındaki pencereden Anıtkabir'in de bulunduğu harika bir manzara görüp gülümseyeceksiniz. Yavaşça kapıyı açıp girdikten sonra, sizi karşılayan görevliyle konuşup içeriye geçebilirsiniz. Geçer geçmez de "burası benim evimmiş meğer" diyebileceğiniz sıcak ve samimi bir çalışma salonu göreceksiniz.

Ziyaretlerimden birinde kütüphaneye dair detaylı bilgi edinme fırsatı bulmuştum, bu konuda da kütüphanenin sorumlusu Vuslat hanım sorularımı yanıtlama konusunda sabırla yardımcı olmuştu, teşekkürlerimle belirtmeden geçmeyeyim. Kütüphane, kullanıcılarına 3 ana hizmet sunmakta. Bunlardan ilki, bünyesinde bulunan geniş kitap koleksiyonu. Tiyatro tarihi, dramaturji, kitaplaşmış akademik çalışmalar (tezler hariç), edebi kuruldan geçmiş oyun metinleri ile tiyatroya dair yabancı dillerde bulunan çeşitli kaynaklar araştırmacıların kullanımına sunulmuş. Kapalı raf sistemi ile arama yapılabiliyor, kaynaklar da kütüphane içinde kullanılabiliyor. Oyun metinlerinin fotokopilerini alma işlemi, buradaki koleksiyon içinden katalog taraması yapmak ve arşivden fotokopisini almak şeklinde gerçekleşebiliyor. Akademik alanda araştırma yapmak ya da beğendiği oyunun metnini okumak isteyenler için sağlam bir birikim içeriyor burası.


Tiyatro ihtisas kütüphanesinin sunduğu ikinci hizmet ise, eski sezonlarda temsilleri bulunan oyunların dijital ortamda bulunan fotoğraf/afiş/müzik ve görüntü arşivi. Kütüphane içinde bulunan 4 bilgisayarda, eskiden sahnelenmiş oyunlar hakkındaki gazete kupürlerinden oyun kadrosuna kadar tüm ayrıntıları bulabileceğiniz bir veritabanı var. Bunun bir kısmı, kütüphane dışına da açık. Ancak oyun videolarının  tamamını izlemek kütüphane içinden mümkün oluyor. Eski temsillerin video kayıtları, 90'lı yıllardan itibaren kaydedilip arşive aktarılmış. Güncel sezon oyunları ise, oyunun temsil süresi bittikten sonra arşive eklenmekte imiş. Gerçi bu güne gelene dek, arşivde bulunan bol miktarda videoyu izleyip bitirmek ömür ister sanırım. ancak eskinden izlediğiniz, gözünüzde hayli değerli olan bir oyunu burada yeniden izlerken oyunla ilgili daha ince ayrıntıları da keşfetmek mümkün. Bilgisayar başında durmaktan sıkılmayan, tiyatronun da delisi olan biri için mabet gibi bir yerde nadir bulunur bir hizmet özetle.

Bu kütüphanede bulunan üçüncü güzellik ise, bir sahne dekorunu andıran tasarımıyla minicik bir kafeterya. Oyun izlerken ya da çalışırken kısa bir çay/kahve molası vermek için oturup soluklanabileceğiniz bir yer. Sanırım kütüphaneyi küçük bir ev gibi samimi yapan unsur burası.

Ortamı, dekorasyonu, rahatlığı, renkleri, kitaplığı, metin arşivi, hiçbir yerde göremeyeceğiniz sayı ve çeşitteki broşürler, tiyatroya dair dergi ve süreli yayınlar, güler yüzlü çalışanları, içerideki küçük kafeteryası ve inanılmaz oyun arşiviyle; tiyatroyu meslek ya da ilgi alanı olarak gören herkes için vazgeçilmez bir mekan burası. Büyük kapının ardındaki Narnia gibi desem, teşbihte hata olmaz sanırım. Bu kütüphanenin sayesinde, vakit buldukça uğrayıp saklanmak, kaynaklara gömülmek, hatta eski bir oyunun müziklerini dinleyip kişisel geçmişlere doğru hayallerde kısa bir yolculuğa çıkmak; bütün bunlara sahne olduğu için de Ankara'yı bir kez daha sevmek mümkün oluyor.

Not: Kütüphane, hafta içi 09.00 ile 19.00 saatleri arasında kullanıcılara açık oluyor.

Fotoğraflar: Efe Karabulat